Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş durumunun ekonomiler ve siyasi ilişkiler üzerinde pek çok etki doğuracağı açıktır. Rus ekonomisine yönelik Batı ülkeleri tarafından hayata geçirilen yaptırımlar daha şimdiden Rus kaynaklı ürün ve emtialarda fiyat artışları yaşanmasına sebep olmuştur. Benzer şekilde uluslararası diplomaside de Rusya’ya karşı bir tutum açık bir şekilde sergilenmekte, böylece Rusya’nın yalnız başına bırakılmaya çalışıldığı rahatlıkla görülmektedir. Ancak ekonomik ve siyasi etkilerin yanı sıra savaşın iklim krizi açısından da çok kritik sonuçları olacaktır. İşte bu noktada gezegenimizin geleceği için endişelenmemiz gerekmektedir.
Bu endişelerin kaynağını daha rahat anlayabilmek için önce Rusya’nın küresel enerji piyasaları açısından önemine değinmekte fayda var. Rusya küresel ölçekte petrol, gaz ve kömür ihracatının yüzde 10-25’ini tek başına karşılamaktadır. ABD’den sonra dünyanın en büyük 2. doğal gaz üreticisi olan ve 2020’de küresel üretimin yüzde 17’sini gerçekleştiren Rusya, petrolde ise 2020’deki üretimin yüzde 12’sinden sorumlu ABD ve Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük 3. üreticisi konumunda bulunmaktadır.
Rusya’nın ihracat profiline baktığımızda ise doğal gaz ihracatının yaklaşık yüzde 70’inin ve petrol ihracatının ise neredeyse yarısının Avrupa Birliği’ne (AB) gittiğini görmekteyiz. Doğal gaz ihracatındaki sıralamada AB’yi yüzde 8 ile Belarus takip ederken petrol ihracatındaki sıralamada AB’yi yüzde 31’lik payıyla Çin izlemektedir. Dolayısıyla Rusya’nın enerji piyasalarındaki konumu AB ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyayı etkileyebilecek yapıya sahip olmasıyla dikkat çekmektedir.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali küresel enerji piyasalarını istikrarsızlaştırmış, başta kırılgan hane halkları olmak üzere tüm tüketicilere zarar vermiş ve küresel pandemi dolayısıyla toparlanmaya çalışan ekonomileri derinden etkilemiştir. Ancak tüm bunların ötesinde gezegenimizin geleceği için enerji politikalarının kritik rolünü gözler önüne sermiştir. Bu noktada iklim değişikliğiyle mücadelede rolü dikkat çeken AB’nin tutumu tüm ülkeleri ilgilendirir hale gelmektedir.
AVRUPA’NIN ALTERNATİF KAYNAK ARAYIŞI
Hiç şüphesiz Rusya’nın Ukrayna’ya savaş ilan etmesi, Avrupa Birliği’nde yıllardır süregelen Rus doğal gazına ve diğer kaynaklarına olan bağımlılığı bitirme tartışmalarında AB’nin net bir tutum sergileyebilmesinin önünü açmıştır.
Geride bıraktığımız süre zarfında Avrupa Birliği’nde, nükleer enerji yanlısı Fransa ile Rus doğal gazını fizibil bulduğu için kullanmaya devam eden Almanya’nın başını çektiği iki kutuplu bir enerji stratejisi yapılanmasından söz etmek mümkün gözükmektedir. Bu kapsamda Fransa her fırsatta nükleer enerji politikalarının savunuculuğunu gerçekleştirirken nükleerin risklerini öne çıkartan çevreci kesimlerin tepkilerini çekmekteydi. Almanya ise tüm eleştirilere karşın enerji güvenliğinin tesisi için Rusya ile Kuzey Akım 2 (Nord Stream 2) projesini gerçekleştirmekte ve bu proje ile temiz enerjiye geçiş sürecinin maliyet etkin şekilde yönetilebileceğini düşünmekteydi. Polonya, Macaristan gibi fosil yakıtlara dayalı büyüme modelleri benimsemiş ülkeler Almanya’nın politikasına destek çıkarken diğer ülkelerin Fransa’nın nükleer modelini desteklediklerini not etmekte fayda bulunmaktadır.
Diğer taraftan temiz enerjiye geçiş konusunda Avrupalı liderler bir süredir yenilenebilir enerjiye yönelik beyanlarını artırmaktadırlar. Örnek olarak Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson başta olmak üzere liderler hem temiz enerji hem de alternatif fosil yakıt kaynaklarının önemine vurgu yapmaktadır. Pek tabii ki iklim değişikliğiyle mücadele konusunda en önde gelen ülke grubu olan AB’nin ilk önceliği temiz enerji kaynaklarına yönelik yatırımlar olarak dikkat çekmektedir. Buna karşın söz konusu yatırımların uzun dönemli ve yapısal dönüşüm gerektirmesi bu durumun enerji arz güvenliği açısından sıkıntı yaşatmaması için sağlıklı bir geçiş süreci oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Rusya kaynağından vazgeçen Avrupa’da alternatif denizaşırı fosil yakıt kaynakları olarak ABD veya Katar gibi büyük sıvı doğal gaz (LNG) ihracatçılarına başvurulması gündeme getirilmektedir. Ancak uzmanlar bu kaynakların hiçbirinin tek başına Rus kaynakların yerini tamamen alacak kadar büyük olmadığı kanısında birleşmektedir.
Dolayısıyla AB, eğer ki kendisini Rus enerji tedarikinden kurtarmak istiyorsa kendi kendine yeten bir enerji sistemi kurmak zorundadır. Bu kapsamda adım atan Fransa altı yeni nükleer santral inşa edeceğini açıklamış ve bunu tam enerji bağımsızlığı sloganıyla duyurmuştur. Fransa’nın dışında Birleşik Krallık da yeni nesil nükleer reaktörler inşa edeceğini açıklamıştır.
Almanya’da ise muhalefet partileri ülkenin krizle baş edebilmesinin yolunun kömürden çıkışın durdurulmasından geçtiğini belirtmiştir. Benzer şekilde İtalya’nın da geçici bir süre için kömür santrallerini yeniden aktifleştirmeyi düşündüğü de çeşitli haber kaynaklarınca paylaşılmaktadır.
AB’nin Rus kaynaklarına olan bağımlılığımı azaltma konusu uluslararası platformda da üzerine düşünülen bir başlık haline gelmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı da bu konuda 10 maddeyle AB’nin Rus doğal gazına olan bağımlılığını azaltmanın yollarını duyurmuştur. Bu maddeler doğal gaz arzı bağlamında Rusya ile yeni gaz tedarik sözleşmesi yapılmamasını, Rus kaynaklardan tedarik edilen doğal gazın alternatif kaynaklardan gelen gazla değiştirilmesini, piyasa yapısını güçlendirmek için minimum gaz depolama yükümlülüklerinin yerine getirilmesini tavsiye etmektedir.
UEA tarafından enerji sektörüne yönelik tavsiyeler ise yeni rüzgâr ve güneş projelerinin ihalelerinin hızlandırılması, biyoenerji ve nükleer gibi mevcut düşük emisyonlu kaynaklardan üretimin en üst düzeye çıkarılması, toplumun kırılgan kesimine mensup elektrik tüketicilerini yüksek enerji maliyetlerinden korumak için kısa vadeli önlemler alınması şeklinde olurken doğal gazın nihai kullanıcısı niteliğindeki sektörlere ise gaz kazanlarını ısı pompalarıyla değiştirmeleri, binalarda ve sanayide enerji verimliliği iyileştirmelerine hız vermeleri ve doğal gaz kullanılan binalarda ısıtma ayarlamalarına yönelik düzenlemeler getirilmesi önerilmektedir. Her kesimi ilgilendiren bir politika önerisi olarak ise güç sistemlerinin esnek bir yapıya kavuşturulmaları amacıyla kaynakların çeşitlendirilmesi ve karbondan arındırma çalışmalarına hız verilmesi belirtilmiştir.
Hali hazırda Rus kaynaklardan yapılan doğal gaz ithalatının üçte iki oranında azaltılması önerisinde bulunan AB Komisyonu 2027 yılına kadar aşamalı olarak bu kaynakla ilişiğini sonlandırmak için bir plan oluşturma hazırlıklarını da sürdürmektedir. Bu kapsamda komisyonun mayıs ayı içerisinde “RePower EU” adını verdiği bir planı gündeme getirmesi beklenmektedir.
Konuya ilişkin olarak AB Komisyonu Kıdemli Başkan Yardımcısı Frans Timmermans geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada Avrupa Birliği’nin Rusya’dan petrol ve doğal gaz ithalatına alternatifler ararken yenilenebilir enerjiye geçiş için daha iddialı hedefler belirleyebileceğini belirtmiştir. Bu doğrultuda bahse konu plana ilişkin çalışmalara odaklandıklarını ve bu sayede temiz enerjiye geçiş sürecini hızlandırmak istediklerinin de altını çizmiştir. Timmermans’ın açıklamasında öne çıkan bir diğer nokta ise bir sonraki Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’na ev sahipliği yapacak olan Mısır’ın Akdeniz’de yeni LNG kaynakları bulunması ve AB’nin kaynak çeşitliliğinin artırılması konusunda yardımcı olabileceğini düşündüğü yorumu olmuştur. Bu bakımdan AB’nin iklim politikalarını yakından takip etmek bölgedeki ekonomik ve siyasi gelişmeleri yorumlamak açısından da önem arz edecektir.
GLASGOW FOSİL YAKIT KÖMÜRÜN AZALTILMASI SÖZÜ RAFA KALKAR MI?
2021 yılında Glasgow’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’nda (COP26) ülkeler kömür yatırımlarının kademli azaltılması üzerine uzlaşıya varmışlardır. İklim müzakereleri tarihinde nihai bir karar metninde ilk kez kömüre atıf yapılmasıyla tarihi bir mahiyette olan bu oturumun sonucunda tüm ülkelerin en kısa sürede kömür politikalarında çevreci bir dönüşüm yapmaları beklenmekteydi.
Ancak geldiğimiz noktada bu yazıda da belirtildiği üzere çok sayıda ülkenin bu sözlerin aksine hareket ederek fosil yakıtlara yöneldiğini görmekteyiz. Basına yansıyan gelişmelere göre dünyanın en büyük petrol şirketi olan Saudi Aramco, Batı’nın da teşvikleriyle yatırımlarını yılda 40 milyar ila 50 milyar dolar seviyesine yükseltme kararı almıştır. Rusya-Ukrayna geriliminin tüm dünyada diplomatik ilişkiler üzerindeki etkisini görebileceğimiz bir başka örnekte ise ABD Başkanı Joe Biden uluslararası enerji piyasasında Rusya’nın dışlanmasıyla ortaya çıkacak arz eksikliğinin giderilebilmesi için dünya ham petrolünün %4’ünü sağlayan ve daha birkaç ay öncesine kadar diktatör olarak nitelendirdiği Nicolas Maduro’yla görüşmelere başlamıştır.
İklim değişikliğiyle ilgili acil eylem çağrısı yapılırken sadece AB’de değil, aynı zamanda tüm dünyada, kademeli olarak terk edilmesi beklenilen kömür de dâhil olmak üzere fosil yakıt kaynaklarına yönelik talepte artış gözlenmektedir. Rus fosil yakıt kaynakları AB için yalnızca büyük hacmiyle değil aynı zamanda lojistik kolaylıklarıyla da çok kritik bir öneme sahiptir. Sektörün günlere ve bazen haftalara yayılan ağır bir sevkiyat trafiğini gerektirdiği de düşünüldüğünde AB açısından Rus kaynakları büyük bir avantaj olarak öne çıkmaktaydı. Geldiğimiz noktada ise sektör temsilcilerinin yaptığı açıklamalarda kalite açısından da belli bir standardın yakalanamadığı, daha uzak ülkelerin fosil yakıt kaynaklarına başvurulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Öyle ki Endonezyalı kömür sektörü temsilcileri yaptıkları açıklamalarda dünyanın en büyük nakliyecisi konumunda olan Endonezya’da madencilik sektöründe öne çıkan şirketlere Almanya, İtalya, İspanya ve Polonya’dan potansiyel müşteriler çıktığını duyurmuşlardır. Benzer şekilde fosil yakıt kaynakları açısından önde gelen diğer ülkeler olan Güney Afrika ve Avustralya’da da benzer şekilde gelişmeler yaşanmaktadır.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken madalyonun diğer yüzünde ise Rusya’nın kendisine yeni pazar arayışları yer alacaktır. Nitekim Batı dünyasıyla olan ilişkilerin ambargo sebebiyle durdurulduğu şartlarda Rusya kaybettiği geliri telafi edebilmek için Çin başta olmak üzere kendisine karşı tavır almayan ülkelerle ticari ilişkilerini geliştirecek ve özellikle bu bölgede fosil yakıt ticareti hız kazanacaktır. Rus Enerji Bakanlığı tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamaya göre Rusya’nın Çin’e yaptığı kömür ihracatının 100 milyon tona yükseltilmesi planlanmaktadır. Bu durum hiç şüphesiz iklim değişikliği mücadelesinde önemli bir yere sahip olan ve emisyonlarını azaltması için tüm dünyanın gözünü çevirdiği Çin’in çabaları üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
Öncelikler değişirken iklim de değişiyor
Tüm olumsuzluklara karşın Rusya-AB ilişkilerinin geldiği nokta itibarıyla AB’nin yenilenebilir enerjiye yönelme konusunda daha agresif bir politika izlemesine sebep olabileceğini düşünmek de mümkündür. Ancak bu tip bir politikaya aynı hızda eşlik edemeyen inovasyon faaliyetleri bu gelişmelerin beklenildiği kadar olumlu etkiler doğurmasını engelleyecektir. Yenilenebilir enerji ve batarya teknolojilerinin önümüzdeki dönemde hız kazanacağı beklentisiyle bu teknolojilere yönelik girdi fiyatlarında ciddi talep artışı gözlemlenmiştir.
Örnek olarak hem elektrikli araçlar hem de batarya teknolojileri açısından son derece kritik olan lityumun fiyatı son 2 yılda 12 kat artmıştır. Bu durum sevinçle karşılanmaktan ziyade temiz enerjiye geçiş üzerinde çok büyük bir baskı yaratması sebebiyle endişe kaynağıdır. Bu sebeple ekonomilerde yeşil bir dönüşüm gerçekleştirmek için son derece iyi bir şekilde planlama yapmamız, enerji güvenliğini mutlak suretle göz önünde bulundurmamız ve hane halklarını koruyarak bu süreci ilerletmemiz gerekmektedir.
Bu kapsamda da Sayın Cumhurbaşkanımızın 2053 yılı net sıfır emisyon vizyonu ve yeşil kalkınma devrimi doğrultusunda son derece iddialı, kapsamlı ancak halkımızın hassasiyetlerini göz önünde bulundurarak planlamalarımızı gerçekleştirmekteyiz. Yıllardır enerji kaynaklarını çeşitlendirme, yerli kaynakları enerji bileşimine dahil etme, bunların yanında yeşil enerjiye geçişi de teşvik etme konusunda kararlılıkla politikalar uygulayan ülkemiz bugüne dek ne kadar doğru bir iş yaptığını tüm dünyaya göstermektedir. Nitekim iklim politikalarının tek başına ele alınmaması gerektiğini, konunun jeopolitik, diplomatik ve ekonomik dinamikleri bağlamında da çok boyutlu olduğunu, dolayısıyla çok boyutlu bir planlama gerektirdiğini AB son yaşanan Rusya-Ukrayna kriziyle öğrenmiş ve bu sebeple iklim değişikliği politikalarında geri atmak durumunda kalmıştır. Bu durum AB’nin iklim politikalarındaki kredibilitesine zarar verdiği gibi tüm dünyanın da iklim değişikliğiyle olan mücadelesine olumsuz etkide bulunmuştur. Türkiye olarak iklim değişikliğiyle mücadelede taviz vermeden bizden sonraki nesillere daha güzel bir dünya bırakabilmek adına var gücümüzle çalışırken temkinli ama sonuç odaklı politikalarımızı bir bir hayata geçirmeye devam edecek, bu doğrultuda da diğer tüm ülkelere örnek olacağız.
Tüm ülkeler açısından çok kritik sonuçları içerdiği rahatlıkla görülen Rusya-Ukrayna krizi özellikle iklim değişikliğiyle mücadelede olumsuz sonuçları da beraberinde getirecektir. Dünya liderlerinin; bu savaşın kazananının olmayacağı gibi iklim krizinde de tek kaybedeninin gezegenimiz, dolayısıyla da bizden sonraki nesiller olacağının farkına varmaları gerekmektedir.