Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Adaları gerilimi bir kez daha tırmandı.
Mayıs ayından bu yana artan gerilimde son gelişme, Türkiye’nin Efes-2022 tatbikatı sırasında konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan’a hitaben “Kendine gel. Türkiye adaların silahlandırılması konusunda uluslararası anlaşmaların kendine tanıdığı hakları kullanmaktan geri durmayacaktır” demesi oldu.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Twitter hesabından Türkiye’nin Ege’deki iddialarına dair 16 harita yayımlayarak “Ankara’nın bölgesel barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğunu” öne sürdü.
Bu paylaşımdan birkaç saat sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Twitter hesabından Yunanca, İngilizce ve Türkçe olarak “Türkiye kimsenin hakkını, hukukunu çiğnemez ama kendi hakkını, hukukunu da kimseye çiğnetmez” paylaşımında bulundu.
Gayrı askerî statüdeki adaların çeşitli tatbikatlara dâhil edilerek NATO ve üçüncü taraf ülkelerin de bu hukuksuzluğa alet edilmeye çalışılması, sonu felaketle bitecek bir çabanın ötesinde anlama sahip değildir.
— Recep Tayyip Erdoğan (@RTErdogan) June 9, 2022
Peki Erdoğan’ın son sözleri ne anlama geliyor? Türkiye Yunanistan’la yaşanan gerilimde hangi adımları atmayı planlıyor?
‘TÜRKİYE’NİN ADALARA ASKER ÇIKARMAK GİBİ BİR NİYETİ YOK’
BBC Türkçe‘nin konuştuğu konuya yakın Türk yetkili kaynaklar, “Türkiye saldırgan bir politika izlemeyecek. Biz diplomasi yürütelim diyoruz. Türkiye’nin adalara asker çıkarmak gibi bir niyeti yok, öyle bir tehdit yok çünkü” diyor.
Türkiye, Ege Denizi’ndeki adalarla ilgili yapılan Londra (1913), Lozan (1923) ve Paris (1947) Antlaşmaları’na dayanarak adaların “geçmişte ve gelecekte gayri askeri statüde kalması” gerektiğini ve adaların İtalya’dan Yunanistan’a devredildiği 1947 Paris Antlaşması’na Türkiye taraf olmasa da “üst düzey silahsızlandırma antlaşması” olduğunu hatırlatıyor.
Yunanistan’ın adaları silahlandırdığı gerekçesiyle de “egemenlik haklarının tartışmaya açıldığını” savunan Türkiye, uluslararası antlaşmalara uyulması için Birleşmiş Milletler’e (BM) de iki mektup gönderdi.
Bu mektuplarda da, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamalarında olduğu gibi “antlaşmalara uyulması için gerekli adımların atılması” çağrısı yapıldı.
Ancak Erdoğan, son açıklamalarında çağrı yapmaktan öteye geçiyor ve “gerekli adımların atılacağını” söylüyor. Bu da Yunanistan hükümetine yakın kaynaklar tarafından “Türkiye’nin herhangi bir Yunan adasına çıkma olasılığının pandoranın kutusunun açılması anlamına geleceği ve bunun bir çılgınlık olacağı” şeklinde değerlendiriliyor.
‘ASKERİ BİR ADIM ATMA PLANI YAPMIYORUZ’
Benzer bir düşünce Ankara’da da hakim. Ankara’daki güvenlik kaynakları da “Yunanistan’ın silahlandırdığı adalar üzerinden Türkiye’ye saldırması delilik olur, böyle bir adım atmalarını beklemiyoruz. Türkiye’ye askeri saldırıda bulunma ihtimalleri olmadığı için yani böyle bir tehdit algımız olmadığı için biz de askeri bir adım atma planı yapmıyoruz” diyor.
Askeri saldırı tehdidi olmasa da Türkiye’nin sadece birkaç kilometre mesafesindeki adaların uluslararası antlaşmalara aykırı olarak silahlandırılması, “Ankara’nın sessiz kalacağı bir durum olmadığı” için BM nezdinde adım atılmaya devam edecek.
Erdoğan’ın Twitter’dan paylaştığı “Türkiye, Ege’deki haklarından vazgeçmeyeceği gibi adaların silahlandırılması konusunda uluslararası anlaşmaların kendisine tanıdığı yetkileri gerektiğinde kullanmaktan da geri durmayacaktır” ifadesi de, 12 Ada’nın egemenliğiyle ilgili tartışmaların uluslararası alanda yeniden açılması anlamına geliyor.
Yunanistan’ın NATO müttefiki olması gerekçesiyle Haziran ayı sonundaki NATO zirvesinde de bu konu gündeme getirilecek.
SON DÖNEMDE GERİLİM NEDEN ARTTI?
Türkiye ile Yunanistan arasında 2020 yazında Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklar üzerinden yaşanan gerilim, Almanya’nın devreye girmesiyle geçici bir süre azalmış; iki ülke arasındaki istikşafi ve istişari görüşmeler yeniden başlamıştı.
Diplomatik ve istihbarat düzeyinde yapılan tüm görüşmelerde Türkiye, Yunanistan’a Ege Denizi’ndeki 12 Adalar’ın ülkeye İtalya’dan büyük devletlerin talebi üzerine verildiği; aynı sorun üzerinden Atina’nın yine Avrupa ülkeleri ve ABD’nin desteğiyle hareket ederek Türkiye’yi karşısına aldığı ancak artık sorunların iki komşu ülke arasında konuşularak çözülmesi gerektiği, Türkiye’nin artık bu tip dayatmalara sessiz kalmayacağı iletildi.
Türk yetkililerin verdiği bilgiye göre ikili görüşmelerde Yunanistan’ın da tavrı olumlu oldu. Türkiye’ye “üçüncü devletleri taraf etmeden ilerleme” talebi iletildi. Ankara da buna hazır olduğunu belirtti.
Bu aşamada Yunan hükümet yetkililerinin Türkiye’ye tepki olarak yaptığı açıklamalar da, yine aynı yetkililere göre “İç politika unsuru olarak kullanıldığı için anlayışla ve sabırla karşılandı, karşılık verilmedi. Çünkü ikili görüşmelerde ve arka kapı diplomasisinde görüşmeler yapıcı şekilde ilerliyordu.”
Öyle ki Miçotakis, 13 Mart’ta Türkiye’ye giderek Erdoğan’la bir araya gelmişti.
Türk yetkililerin Yunanistan’la ilgili benzer açıklamaları da Yunan tarafında aynı sebeple yüksek dozda bir tepkiyle karşılık görmedi.
Ancak Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın -YPG’ye verdikleri destek devam ederse- NATO üyeliklerini veto edeceğini açıkladığı, diğer NATO üyelerinin Türkiye’ye tepki gösterdiği bir dönemde, Mayıs ayında Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ABD’ye gitti. ABD Kongresi’ne büyük coşkuyla karşılanan konuşmasında Miçotakis, Kıbrıs’taki bölünme için Türkiye’yi suçladı; Türkiye’ye F-16 satışının da durmasını talep etti. ABD Başkanı Joe Biden da Miçotakis’e güçlü destek mesajı verdi.
Bunun ardından Erdoğan, “Artık benim için Miçotakis diye birisi yok” dedi.
Her yıl yaz aylarında yapılan Efes tatbikatı da bu yıl Mayıs ayı sonunda Efes-2022 adıyla başladı. Erdoğan’ın Yunanistan’a yönelik sert açıklamaları da bu tatbikat sırasında geldi.
Türk yetkililer, bu açıklamaları da “Biz güvene, söze dayalı bir politika izliyoruz. Yunanistan’dan gelen açıklamalar iç politikayı hedeflediği sürece bu politikaya devam ediyorduk. Ancak ABD’ye gidip bizim aleyhimize lobi yapılması, üçüncü tarafları bu işe müdahil etmeme sözünün tutulmaması anlamına geliyor. Üstelik açık açık atılan bu adım karşısında sessiz kalamazdık. Bu açıklamaların bir kez de tatbikat sırasında yapılması, sessiz kalmayacağımız konusunda kararlılığımızı gösteriyor. Ancak askeri bir adım atacağımız anlamına gelmiyor.”
EGE ADALARI’NIN STATÜSÜ VE SİLAHLANDIRILMA GEREKÇELERİ
Ege’deki Yunan adalarının Yunanistan’a devredilirken statülerini belirleyen 1923 Lozan ve 1947 Paris antlaşmalarıyla adaların silahlandırılmamaları şart koşulmuştu.
Lozan görüşmelerinde bu şartı koşan ilk Türkiye olmuştu. Talebe gerekçe olarak da savaştan yeni çıkmış Türkiye’nin Yunan ordusunun bozgunuyla sonuçlanan “1919-1922 Anadolu seferinin tekrarlanması olasılığının önlenmesi” gösterilmiş ve Yunanistan bu şartı kabul etmişti.
1947 Paris Antlaşması ise İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan ülkeler arasında imzalandı. Türkiye anlaşmaya taraf ülkelerden değil.
Bu antlaşma ile savaşta yenik düşen dönemin faşist İtalyası’nın işgali altında bulunan adalar, savaş galibi ülkeler arasında yer alan Yunanistan’a yeniden devredildi.
Bu kez dönemin Sovyetler Birliği, Yunan adalarının “silahsızlandırılması, adalarda askeri üs kurulmaması” şartını getirdi. Moskova, “Sovyet savaş gemilerinin Ege’deki sefer güvenliği için bunun gerekli olduğunu” savundu.
Ege’deki Yunan adalarının silahsızlandırılma şartları Yunanistan tarafından kabul edildi. Kıbrıs’ta 1963 ve 1964’te çıkan çatışmalara kadar Atina sadık kaldı.
Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te başladığı ve “Kıbrıs Barış Harekâtı” olarak duyurduğu askeri operasyon sonrası, “olası bir Türk-Yunan savaşından” endişe duyan dönemin Atina’da yönetimdeki, Albaylar Cuntası, Türkiye kıyılarına yakın tüm adalara asker yığmaya başladı.
Yunanistan adaları, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesinin öngördüğü “meşru müdafaa” prensibi uyarınca, “Türkiye’den gelebilecek olası bir tehdide” karşı silahlandırdığını ilan etti. Atina ayrıca Türkiye’nin oluşturduğu NATO komutası dışındaki Ege ordusunun, adalara yakın kıyılarda çıkarma filosu bulundurduğuna dikkat çekti.
Türkiye ve Yunanistan son dönemde kendi tezleriyle ilgili olarak BM’ye mektuplar gönderdi.