6.9 büyüklüğündeki deprem acı ve gözyaşı getirdi. O anı yaşamak, yıkılan 17 binanın enkazı arasında çalışmak, “Bu son olacak mı, bu depremlerden ders alacak mıyız?” sorusunu hep sordurdu. Önce ülkeyi yönetenler, yasa yapıcılar, uygulayıcılar ve tabii ki yurttaşlar. Kim ne kadar kendine pay çıkaracak…
Deprem İzmir’i yaktı ama Türkiye ağladı… Herkes gözyaşları içerisinde acıyı ve enkazdan çıkan mutluluğu paylaştı…
Adeta seferber olundu. Çocuğunun oyuncağını gönderen, baza altındaki battaniyeyi paketleyip, tencerede yemek yapıp aracıyla enkaz bölgesine getirenlerin hepsi “yanındayız” mesajı verdi.
Seferberlik güzel ama çadırkentler adeta depo haline geldi. Getirilen o kadar yiyecek, içecekler çöp oldu. Koordinasyon eksikliği yine burada ortaya çıktı.
Lokma aracını getiren amca iyi niyetli, ama insanların orada derdi lokma yemek mi yoksa başını sokacağı bir ev mi? Türk insanı yardımsever ama planlı yardım olmalı.
İhtiyaç listesi ilgili kurumlar tarafından belirlenmeli ve anında duyurulmalı… Yoksa herkes çorba, çay, ekmek arası köfte yapıp getirirse diğer ihtiyaçları kim sağlayacak…
Biz yardımseverler her elimize aldığımızı, dolaptan çıkardığımızı afetzedelere götürmemeliyiz..
İzmir’i sarsan deprem sonrası en büyük eksiklik ise toplanma ve barınma yerleri. Çadırlar yüksek ve hasarlı binaların olduğu cadde ve parkların önüne kurulmuş. Neden hâlâ bu kentte konteynırların ve çadırların kurulacağı barınma alanları yok.
Çadır getirip kurmak ona barınma yerimi sağlıyor.
Deprem “uyarıyorum, yine geleceğim” diyor. Şimdi önlem alma zamanı, olası bir felaket anında yaşanan trafik kargaşası, çekmeyen telefonlara, kesilen elektriklere ve barınma yerlerine çözüm bulma zamanı…
Unutmalıyım deprem yine gelecek…