Tarih ve doğa bazı topraklara cömert davranır. O efsunlu coğrafyalarda birbirinden farklı ve heyecanlı serüvenlere sürüklenirsiniz. Hayal gücünüz canlanır. Bir yanınız tarihin görkemi içinde kaybolurken diğer yanınız tabiatın eşsiz güzelliklerini yaşar. Adını Amazonların Kraliçesi Hiera’dan alan Hierapolis’te olduğu gibi hayatın farklı renklerini keşfedersiniz. Kimi söylencelere göre Telephos’un sürgünler, savaşlar ve mutlak iktidar yolundaki kaderi anne karnındayken çizilmiştir. Bu rüzgâr öylesine kuvvetlidir ki tüm çaresizliğine karşın onu Bergama Krallığı’na taşır. Antik Çağların gizemleriyle kutsanan Hierapolis de adını kralın yaşamında derin izler bırakan Hiera’dan almıştır. Amazon Kraliçesi olan Hiera, yaşamının en güçlü yıllarını Bergama Kralı’nın eşi olarak taç ve taht arasındaki büyülü zirvede geçirir. Mısır için Kleopatra ne ise Batı Anadolu için Hiera odur. O hem korkusuz savaşçı hem de zamana yenilmeyen zümrüt gözlü bilge bir sultandır. Veya siz onu nasıl hayal ediyorsanız öyledir. Anadolu’nun havasıyla, suyuyla ve ticari dinamizmi ile ünlü yeşil siyah kentine ne zaman yolum düşse Pamukkale levhasını görür görmez Telephos ve Hiera’yı selamlarım. Coğrafya denildiği zaman akla gelen ilk isimlerden Strabon’un “Frigya” kenti olduğunu ileri sürdüğü Hierapolis, Demir Çağı’na kadar ulaşan bulgulara ev sahipliği yaptığı için tarihin belirli dönemleriyle sınırlandırılmaması gereken arkeolojik bir cennettir. Mitolojik öykülerle toplum belleğinin şekillendirilmeye çalışıldığı çağlarda Helen, sonrasında ise Roma ve Bizans kültürlerinin ana kucağı olduğu savunulan sessiz taşların gizemli kenti, şaşkınlıkla hayranlık arasında gidip gelen tüm duyguları kendine has duruşuyla kucaklar. Amazon Kraliçesi’nin görkemli kenti, UNESCO’nun “Dünya Mirası” ilan ettiği mimari coğrafyasında özenle sarıp sarmaladığı tiyatrosundan nekropollerine, antik havuzlardan Apollon Tapınağı’na kadar her karışıyla asırlara nasıl meydan okuduğunu gösterir. İlk görüşünüzde Hierapolis’i kendinize mesafeli sanabilirsiniz. Bu sizi yanıltmasın. Onu keşfedin ve size adeta kalpten “günaydın” diyen sıcacık sesine kulak verin. Çabuk sıkılacaksanız yoluna hiç sapmayın. Çünkü anlamanız ve çözmeniz gereken suskunluğu binlerce yıllıktır. Derinlerde saklı bu asalet onu Cumhuriyet Dönemi’nde de gözde kılmış, araştırmacıların ilgisini çeken antik kentlerimiz arasında farklı bir yere sahip olmuştur.
Müzeyi unutmayın!
Hierapolis’in binlerce yıllık geçmişine bakıldığında özellikle belirli evrelerde keskin dönüşler yaşadığı biliniyor. Örneğin, Helen izleri Neron Dönemi’nde yaşanan depremler ve tarihsel süreçte egemen olan siyasi, askeri ve mimari akım gereği yerini önce Roma sonra Bizans ekolüne bırakmıştır. Antik kent, M.S. 4. yüzyıldan itibaren Hristiyan dünyasında da önemli bir yere sahip olmuştur. 12. yüzyıldan sonra Anadolu Selçuklularının kanatları altına giren Hierapolis, agora, kuzey ve güney Bizans kapıları, gymnasium, Roma hamamı ve diğer bölümleriyle çekici bir duraktır. Burada unutulmaz saatler geçirebilirsiniz. Dahası o yılların perde arkasını hayal edebilirsiniz. Binlerce yıl öncesinin sırrına ermek için taşların sesini dinlemek, şifrelerini çözmek gerekir. Bu heyecanı gün boyu farklı keyiflerle sürdürmek isterseniz rotanızı Hierapolis (Pamukkale) Arkeoloji Müzesi’ne de çevirebilirsiniz. Merak duygunuzu, içinizde saklı keşfetme ve öğrenme tutkularınızı özgür bırakın. Hayatı sorgulayacağınız keyifli saatler geçireceksiniz. Notaları kullanıp zalim ve kudretli Apollon ile yarışmaya kalkan, bunun bedelini derisi yüzülerek ödeyen Marsias’tan tarihin görkemini yansıtan nadide eserlere uzanan antik bir şölen yaşayacaksınız. Gladyatör dövüşlerini yansıtan kabartmaları, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait altın, gümüş ve bronz parçaları ilgiyle inceleyeceksiniz. Şimdi tekrar ilk durağımıza dönelim… Denizli’nin 18 km. kuzeyinde bulunan antik kent hakkındaki arkeolojik araştırmalar 1678 yılına uzanıyor. Kent, M.Ö. 2. yüzyılda Bergama Kralı II. Eumenes tarafından Bergama’nın mitolojik kurucusu Telephos’un eşi Hiera’nın adı verilerek kurulmuş. Traverten plato üzerinde kurulan şehirde gladyatörler ve Aziz Philip için inşa edilmiş mezarlar, Cehennem Kapısı, sekizgen hamam, tiyatro, sütunlu cadde konuklarını binlerce yıl öncesine götürüyor. Orada hayatın akışına “dur” demezseniz, yaşadıklarınızın sizi çok daha derinlere götüreceğinden emin olabilirsiniz. Kutsal havuz ile tiyatro arasında bulunan Apollon Tapınağı’nı gördüğünüzde bunu daha iyi anlayacaksınız. Mermer merdivenleri, podyumu ve birkaç sütunu kalan yapı zamanın yıkıcı etkisine karşı yine de oldukça göz alıcı. Bu gezi sırasında yen böreği, katmer, yoğurtlu köfte başta olmak üzere birbirinden lezzetli yemeklerin renklendireceği keyifli bir sofrada yorgunluk atmak isterseniz rotanızı Denizli’ye de çevirin. Leblebisi, basmaları, hoş sohbet insanlarıyla sizi kendisine hayran bırakacaktır. Hepinize sağlık ve mutluluk dolu güzel bir yıl diliyorum. 2023’te her şey gönlünüzce olsun. Esen kalın.