Prof. Dr. Osman Çakmak, İstanbul Rumeli Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak Kimya derslerinin yanı sıra laboratuvar güvenliği, kimyasal riskler, toksikoloji ve gıda güvenliği gibi dersler de veriyor. Eğitim konusundaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Çakmak, ülkemizin sınavcı ve bilgi merkezli eğitiminin zararlı yan etkilerine de dikkat çekiyor.
Bu söyleşi, deprem gerçeğiyle yüzleşmek ve eğitim sistemimizin bu gerçeğe uygun olarak yeniden yapılandırılmasının önemini vurgulamak amacıyla gerçekleştirilecektir.
![](https://www.emlakmanset.com/wp-content/uploads/2025/02/deprem-ve-yangin-egitim-sistemi-ile-guvenlik-iliskisi-ve-guvenlik-0-nMB84XgZ.jpg)
Prof. Dr. Osman Çakmak.
Güvenlik kurallarını bilmek başka, onları içselleştirip uygulamak ise bambaşka bir şey. “Problem çözme kabiliyeti düşüklüğü” ve kurallara uymama, bu eğitimin sonucu. Bir sorunla karşılaştığımızda, sorunun kökenine inip çözüm üretmek yerine, genellikle belirtileriyle uğraşıyorsak, kurumları ve şahısları suçluyorsak, problem çözme kabiliyeti düşüklüğü var demektir. Çünkü eğitim sistemimiz bizi sorunları çözmeye değil, hazır cevapları ezberlemeye alıştırıyor.
Özellikle merkezi sınavlar sebebiyle bilim eğitimi “karanlıkta yolunu kaybedenler, yada toptan düşünemeyenler ve çözüm üretemeyenler haline getiriyor. İnsanlar düşünemeyince kuralların neden konulduğunu anlamayacaktır.
Bu eğitimin görülmeyen yan ürünlerine bakarak sorunuzun cevabını verebiliriz.
Eğitim sistemimiz, öğrencileri birer problem çözücü değil, bilgi depolayan birimler olarak görüyor. Bu yaklaşım, öğrencilerin karşılaştıkları sorunların altında yatan nedenleri görmelerini engelleyerek, sadece yüzeysel çözümler üretmelerine yol açıyor.
Kullandığınız aleti veya çalıştığınız ortamın risklerini bilmiyorsanız hata yapmanız kaçınılmazdır. Mesleğinizi ve işinizi iyi bilmiyorsanız, kullanacağız cihazı ve aleti kullanmayı doğru öğrenmemişseniz hata üstüne hata yapacaksınız demektir.
2 yıl önce yaşadığımı deprem ve Bolu Kartalkaya yangını gibi afetler, bu durumun ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor.
Doğru kural koyma ve uygulama becerisi yetmezliği ve konulan kurallar dejenere olması, toplumun neredeyse tamamında kurallara uymamayı bir alışkanlık haline gelmesi alınan eğitimle doğrudan alakalı bir durum.
Öğrencilere, kuralların neden var olduğu, toplum için ne anlama geldiği ve neden uyulması anlatılmamaktadır. Sorgulamaya ve anlamaya imkân ve fırsat verilmemektedir.
Bu durum, toplum genelinde kurallara uyma alışkanlığının zayıflamasına neden olmaktadır.
Bolu yangını ve Maraş depremi gibi büyük felaketlerde gördüğümüz gibi, yapı denetimi, acil durum planlaması gibi konularda kuralların çoğunun uygulanmamasının sonuçlarını gördük.
Kuralları yazılı metinler olarak öğretmenin bir yararı ve faydası yoktur. Eğitimi reçete bilgisi sunan yapıdan kurtarmadıkça da kuralsız ve nizamsız bir toplum olarak var olmaya devam edeceğiz demektir.
Özetle, mevcut eğitim sistemimiz, insanların potansiyellerini gerçekleştirmelerini engelleyen ve pasif bir toplum üretmeye hizmet eden bir yapıdadır. Bu durumu aşmak için, öğrencilerin farklılıklarını kabul eden, özgün düşünmeyi teşvik eden ve toplumsal sorumluluk bilincini geliştiren bir eğitim sistemine ihtiyaç duyulmaktadır.
Acı olaylar sürekli tekrarlanmaması için yapmamız gereken belli. Öncelikle, iş güvenliğinin sadece bir yasa veya yönetmelik meselesi olmadığını, hayatın her alanında dikkate alınması gereken bir konu olduğunu anlamak zorundayız.
Bolu Kartalkaya yangından öne çıkan tartışmalara bakıyoruz. Yangın merdiveninin olmaması ve denetim mekanizmalarının yetersiz olduğu gibi konular öne çıkıyor. Acil durumlarda nasıl davranılması gerektiği konusunda insanların yeterli bilgiye sahip olmadığı dile getiriliyor. Ama asıl sorumlu olan eğitimin şekli her daim gözden kaçıyor.
Çok önemli bir hatırlatmada bulundunuz. Yeni model hazır bilgiyi değil, keşfe dayalı öğrenmeyi ve beceriyi öne çıkarıyor. Eğitimi maarifleştirme, yani kültürel değerleri eğitimin içine almayı vaad ediyor. Bu model yozlaştırılmadan gerekleri ile hayata geçirilirse eğitim süreci kişiye güvenlik kültürü ve güvenlik okur yazarlığı kazandırabilir. Bu vesile ile Yeni Müfredattan ümidim olduğunu belirtmeliyim.
Bu müfredat, öğrencilere sadece bilgi değil, aynı zamanda beceri ve sorumluluk duygusu aşılayacağım diyor. Öğrencilerin sadece bilgiyi ezberlemekle kalmayıp, aynı zamanda hayatla bağ kurarak öğrenmelerini hedefliyor. Bu sayede, öğrenciler güvenlik konusunda daha bilinçli ve sorumlu bireyler olarak yetişebilir. Mevcut olanda ise eğitimde sınav ve bilgiden başka bir şey yok nerede ise. Bu herkesin malumu olan bir şey.
Kendi kültürel değerlerimizi iş güvenliği ile birleştirerek, daha etkili ve kalıcı sonuçlar elde edebiliriz. Çünkü başkalarının kavramları ile elde ettikleriniz/öğrendikleriniz size mal olmuyor. İthal bilim ve devşirme kavramlarla öğrenilenler zihinde “yama” gibi duruyor. Mesela bizim kültürümüzde “tedbir gibi akıl yoktur” denir. Bakın tedbirli olmakla akıllı olmak eşdeğer görülüyor. Eğitimin asıl amacı da aklını kullanmayı öğretmektir. Yani önce tedbirli olmayı öğreneceksin. Bir ayette buyurulur ki; Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır. (Yunus, 100)
Eğer kendi kültürel değerlerimizle barışık ve iç içe bilim öğrenimi yapabilsek, eğitim her sahada faydalı ve hayırlı neticeler verecektir. Bu anlayışla iş kazalarını azaltabilir ve daha güvenli bir çalışma ortamı oluşturabiliriz.
Bu vesileyle, Maarif Modelinin beceri odaklı, keşfe dayalı ve aynı zamanda kültür ve inanç değerlerimizle barışık yapısının hayırlı sonuçları olacağını düşünüyorum.
Bu noktada, yeni müfredatın beceri temelli ve keşfe dayalı yapısını önemsemeliyiz. Öğrenciler, yeni müfredat sayesinde sadece teorik bilgilerle değil, aynı zamanda problem çözme, eleştirel düşünme ve risk analizi gibi becerilerle de donatılmasını öngörüyor. Eğer bunu da yozlaştırmadan uygulayabilirsek; insanımız deprem gibi doğal afetler karşısında daha bilinçli ve hazırlıklı hale gelebilir.
Çünkü insanlar kuralları ve gerçeklikleri keşfederek ve deneyimleyerek öğrenme fırsatı bulmadıkça kağıt üstünde kalan öğretiler etkisini göstermemektedir. Şimdiye kadar yaptığımız buydu.
Kurumlar elemanlarına peryodik güvenlik eğitimleri yapıyorlar. Bu eğitimlere bakıyorsunuz. Göstermelik seminerler ve basma kalıp bilgilerin tekrarı şeklinde sürüyor. İnsanlar sözde bir de sertrifika alıyorlar. Mış gibi yapma ülkemizde yaygın hale geldiği iyi sorgulanmalıdır. Mesele bilgi haline gelince, işin şekli öne çıkıyor. Muhteva göz ediliyor.
İnsanlara evde, işte, okulda riskler hakkında bilgi vermek güzel de, sanki “güvenlik masalı” anlatır gibi. Uygulama nerede? Bilgiyle araba sürebilir misin? Direksiyonu tutmadan gidemezsin!
Bu iş, çocukluktan itibaren verilecek bir “hayat dersi”. Tıpkı yüzme bilmeden denize girmenin tehlikeli olduğu gibi, iş güvenliği bilgisi olmadan çalışmak da aynı kapıya çıkar. Güvenlik dersi, kağıt üzerinde değil, hayatın içinde yaşanarak öğrenilir.
Müzik aleti çalmayı, spor yapmayı kitaplardan öğrenemediğin gibi, güvenlik de kültür haline gelmedikçe yerleşmeyecektir. Yani, güvenlik bilgisi “fast food” gibi değil, “ev yemeği” gibi sindirilerek öğrenilmeli. Yoksa, kazalar “menüde” olmaya devam eder!
1987 yılından beri her yılın 4-10 Mayıs tarihleri arasında İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası düzenleniyor Yılın bir haftasında değil her ay ve haftasında güvenlik ve tedbir gündemde olması gerekir. İstatistiklere bakıldığında ise iş kazalarında Türkiye’nin önde gelen ülkeler arasında bulunuyor.
Sadece bu değil. Eğitim eksikliğinin yanı sıra, iş güvenliği konusunda kültürel bir bakış açısı eksikliği de olduğunu da eklemeliyiz. Güvenlik konusunda kendi kültürel değerlerimizi nasıl daha iyi bir şekilde işin içine katabiliriz diye güvenliği eğitim meselesi haline getirmek gerekiyor.
Diğer alanlarda olduğu gibi iş güvenliği alanında tamamen devşirme ve taklit kavramlar kullanıyoruz. Öğrenilen bilgiler o yüzden içselleşmiyor. Yama gibi kalıyor. Batıdan devşirme kavramlarla iş güvenliğini anlatmaya çalışmak yerine, kendi değerlerimize uygun bir dil geliştirmek ve kullanmak zorundayız.
Öncelikle, eğitim sistemimizi bilgi meselesi olarak değil, kültür meselesi olarak ele almak zorundayız. Kendi kavramlarımıza dayalı bir ortamda uygulamayı öne çıkarmadığımız ve güvenlik kültürünü veren bir maarif sistemi hayata geçirdiğimizde , kurallar kağıt üzerinde kalmayacaktır.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Türkiye’de itfaiye teşkilatının yapısıyla ilgili önemli eleştirilerde bulunuyor. “Eğer Türkiye’deki mevcut kriz yönetimi ve müdahale anlayışıyla yalnızca yangın söndürmeye odaklı bir teşkilat kurulacaksa, bu durumda bu birimin adı “Tulumbacılar Genel Müdürlüğü olmalıdır” diyor.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, özellikle yangın ve afet yönetimi konularında Türkiye’de oldukça saygın ve etkili bir isimdir. Meteoroloji mühendisi ve afet yönetim uzmanı olan Kadıoğlu, iklim değişikliği, kuraklık, seller gibi konularda yaptığı çalışmalarla tanınır. Özellikle son yıllarda yaşanan büyük orman yangınlarının ardından, yaptığı açıklamalar ve önerilerle kamuoyunun dikkatini çekmiştir
Gelelim sorunuzun cevabına: Türkiye’deki itfaiye teşkilatının en büyük eksikliği, yangın söndürme odaklı ve reaktif bir yapıya sahip olmamasıdır. Bolu yangınında olduğu gibi, büyük afetlerde koordinasyon eksikliği, yetersiz ekipman, personel ve eğitim gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Teşkilatın, önleme, hazırlık ve kurtarma gibi farklı alanlarda yeterince güçlü olmaması, afetlere etkin müdahaleyi zorlaştırmaktadır.
Tek çatı altında birleşik bir itfaiye teşkilatı, koordinasyonu artırarak daha etkili müdahaleyi sağlayacaktır. Farklı birimlerin (otel, orman, şehir vb.) birleştirilmesiyle kaynakların daha verimli kullanılması, bilgi paylaşımının kolaylaşması ve standartların yükseltilmesi mümkün olacaktır. Bu sayede, afetlere karşı daha hızlı ve etkin bir şekilde müdahale edilebilir, aynı zamanda önleyici faaliyetler de daha kapsamlı hale getirilebilir.
Cevap: O ülkelerde itfaiye teşkilatları, genellikle çok yönlü ve önleyici faaliyetlere odaklıdır. Yangın söndürme yanı sıra, arama kurtarma, tehlikeli madde yönetimi, halkı bilgilendirme gibi birçok farklı görevi üstlenirler. Türkiye’nin, bu ülkelerdeki örnekleri inceleyerek, itfaiye teşkilatını daha çok yönlü ve etkin hale getirebilir. Özellikle, önleyici faaliyetlere verilen önem, risk değerlendirme sistemleri ve gönüllülük esaslı çalışmalar Türkiye için önemli dersler sunmaktadır.
Öncelikle mevcut mevzuatın gözden geçirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir. İtfaiye teşkilatına daha geniş yetki ve sorumluluklar verilecek yeni bir yasa düzenlemesi yapılması önemlidir. Ayrıca, bu teşkilata yeterli bütçe ayrılması, personel sayısının artırılması ve mevcut personelin sürekli eğitimi sağlanması önem arzediyor.. Gönüllülük sisteminin güçlendirilmesi ve halkın bilinçlendirilmesi de önemli adımlar olacaktır.